Bazen bir şarkıdan daha fazlasıdır gece. Bazense bir gece yarısından fazladır müzik. Kafa kafaya vermiş iki dost, kim bilir neler konuşuyorlar? Belki kendini anlatıyor. Düzenin içinde sıkışmışlığını ele alıyor. Bazen sadece duvara baktığını, onu orada hayal ettiğini söylüyor. Biliyor, gelen geçeni. Biliyor kendini. Duvarlar dağ gözünde, gözüyle yıktığı dünyada doluluk, yağmur.
Dünyanın ahlakı fazla. Herkes için ve içinde eksiliyor yaşam. Kapıdan biri girse ne olacağını bilemediğimiz bir samimiyetsizlikte yer buluyor tüm oluşlar. Giysileri düzgün katlamak, köşede kalan tozları bile iyi almak, bardakları en az bir defa çalkalamak. Sake berbat içkiymiş. Bardağı yıkadığıma değmedi. Bardağı aldığıma değmedi. Kasadan geçirdiğime.. Yağmur mu yağıyordu o gün? Bahar yağmurları meşhurdur burada. İnsanın kendini tanımaması kadar. Fazla mı karanlık? O zaman eğlensinler pembe oyuncaklarıyla. Onlara göre bir dünya olmadı burası hiçbir zaman. Zamanın birinde yukarıdan (binanın 3. katı) bakardım aşağıdakilere. Birbirlerine bakmadan, sadece dizlerinin üzerine binen teknolojik ağırlıklara bağlı olduklarını görürdüm. Karşısındaki orada bile yoktu onun için. Diğeri içinde aynı. Mutualist yaşam örnekleri ve zihnimin parazitleri. O zamanlar şöyle düşünürdüm: Bir insan dizinin olmasını yalnızca dizine binen ağrıyla anlamamalı. Ama bizim insanımız böyle. En kabul edemediği şeyleri en acı şekilde öğrenir. En kolay kabul edebiklerini ise en kolay reddeder. Çünkü hazımsızlık bir tanrı silueti gibi görünür çoğu zaman. Belirsiz ve korkunç..