İnsan her şeye böylesine içten bağlanmamalı. Bir ayrımı olmalı ki tutunabileceği şeyler bu ayrımların ortasında yer edinsin. Gölü, denizi, okyanusları, yağmuru, kışı, baharı.. Bütün bunları sevmemeli insan. Mesela yazı sevenler kıştan haz etmediklerini keskin bir dille koyarlar ortaya. Ya da tam tersi. Yüksek kesimden insanların kendilerinden daha aşağı seviyede gördüklerine karşı takındıkları tavır. Belki de doğru olan buydu. İnsan her şeyi sevmemeliydi. Köyde doğallığa hayran olup şehir yaşamında avantajlara şükretmemeliydi.
Doğu-batı ve kuzey-güney arasındaki yolculuğumun bana kattığı yıkım da budur. Her şeyi sahiplenebilme ve dahası benimseyebilme özelliği. Yavaş yavaş anlıyorum. İyi-kötü ayıklamadan beynimde hayranlık mertebesine vardırdıklarımın beni nasıl da bitirdiğine. Tutunacak bir şey yok, aranıp bulunacak bulunsa dahi heyecan uyandıracak hiçbir şey yok. Korkarım sadece yokolmamın vereceği hazzın görünür şekline duyacağım heyecan kaldı. Bedenimi ortadan ikiye yarsaydım taşkınlar olurdu bulunduğum yerde. En ağır nesneler kendini yüzerken bulur, rahatlardı. Ölüme bir kala hissedeceğim bu bitik duygu beni taşırdı.
Şimdi akşam saatleri yaklaşıyor. Beynimin üzerinde dalgalanan huzursuz umutsuzluk bulutlarının saati. Nasıl direnebilirim? Nasıl ayakta kalabilirim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder