Yıllar sonra bile yıllar öncesini yaşamak. Kırılmaz döngü, değişmez yitim..
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
İnsanların vıcık vıcık birbirlerine karıştığı bir yerde yıllardır
görmediğim çocukluk arkadaşımı bekliyordum. Telefonunu yakın zamanda
kaybettiğinden dolayı ona ulaşmanın tek yolu; rezil kalabalığa, kimsenin
yüzüne doğru düzgün bakmadan göz gezdirmekti. Beynim dönüyordu, midem
bulanıyordu, açtım. Son zamanlarda midemi gereksiz bir sürü şeyle altüst
ettiğimden bu his çok daha derinden hissediliyordu. Enzimler, sindirmek
için yarışa girdikleri şeyi beynime nasıl da çalıyorlardı. Zaman
geçiyordu. İşteyken bir türlü akmayan iki ucu keskin saat hiç ummadığım
kadar hızlı geçiyordu. Bir süre sonra sadece sol tarafta kalan yarı
çıplak dağa ilişti gözüm. Hafif bir heyecan ve şaşırılmayacak ana
uzanıyordum sanki. Bir şeylerin bağlanacağı noktayı bildiğimden son
zamanlarda hiçbir şey yapmayan ben değilmişim gibi orada öylece
dikiliyordum.
Muhabbet alabildiğine akıyordu. Eski
zamanlar sanki bir film karesinden gözüme ilişiyordu. Hiç kurmadığım
kadar birbiriyle alakasız cümleler savuruyordum. Buna kendim bile
inanamazken yine aynı his! Bulantı. Bundan uzaklaşmaya çalıştıkça
hareketlerimde birbirine saldıran kolları görüyor, terliyordum. Tırnak
diplerime saldırmış, arada bir kelimeleri yarım kesmiş ve tekrar dağa
bakmaya başlamıştım. Hep böyle oluyordu. Bundan kurtulmak mümkün müydü?
Beni
yürüyen merdivenlere mahkum kılan fiziksel yorgunluk değildi. Zihnim
uyuşuyordu ve bu da bedenime hükmediyordu. Aşağıdaki yerde de biraz daha
şekerli bir kahve tükettikten sonra çikolatanın masadan yarım
ayrılmasına üzülmüyordum bile. Neredeydi baştaki heyecan?! Sarılmalar
insana hoş gelir. Belki de koku. Bunu içten bir şekilde mi yapıyordum?
Kendimi fiziksel anlamda yetersiz ve çaresiz kaldığım bir zihinsel ölüme
mi sürüklüyordum. Bunu bilmiyordum diğer bilmediklerimle birlikte.
Sırf
oyalanmak adına giriştiğim şeyler beni acı bir noktaya sürüklüyordu.
"Artık kalkalım" dedim ve benim eve doğru yürümemden endişe eden birine,
aklından geçirdiği şeyi gerçekleştirmek üzere geri dönüp baktım. Böyle
ufak oyunlar kendi içimdeki boşluğun sağladığı şeylerdi. Sadece kahve.
Ve başım dönüyordu. Sarhoş gibiydim. Hiç mecalim yoktu. Bir gün sonrası,
iki gün öncesi.. Kurulduğu anda içimin ürperdiği cümleleri şimdi ben
kuruyorum ve nereye gittiğimi bilmiyorum. Nasıl olduğunun hiç önemi yok
derdim.
Çok önemi var.
Çok önemi var!
12.10.2013
* Taslaktı. Zamanı geldi..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder