Baştaki merakın yerini kayıtsızlık aldı..
Yorgunluk, iyi uyku sağlıyordu. Aynı yorgunluk düşünceleri moleküller gibi de parçalıyordu. Geçmişin huzursuz yüzü sanki yeni kılıfını geçirmişti üstüne. Altta kalan onca koku, duygu, kir yeni kılıfı sayesinde nasıl da parlıyordu. Göz alıcı bir sis bombası! Bir tarafta yatağın en serin kısmına akmak istiyor ama diğer yandan "bugünü de katletme!" diye bağırıyordu. İki sonuçsuzluktan hangisine sığınacağını bilmeden zamanı yiyordu. Zaman var mıydı? Varsa neydi? Bacakları sızlayana kadar ayakta kalmak mıydı? Ya da öğlen kaşıklara dolan atıştırmalıklar mı? Bunu nasıl kabul edebilirdi ki?! Zaman geçiyordu. Şarkı dibine kadar sömürülmüştü. Biteli ne kadar olmuştu da tekrar açmak için azıcık güç topladığında bunun farkına varmıştı? Güneşe çıktığında buz gibi elleriyle mini bir buzdağını andırıyordu. Çoğu zaman etrafına bakıp anlamlandıramıyor ve eski hislerini -pek de hoşnut olmayan hisler- yeniden barındırdığını farkediyordu. Olduğu yerde olmama! Böyle anlarda hep bir aksilik çıkagelirdi. Ne zaman uzaklaşsa ve o anda orada olmadığını, yaşamın koca bir görüngü olduğunu hissetse araba ani fren yapar ve o herkese saniyeler önceki durumundan on kat daha uzak bakışlar atardı. Düşünür, düşünür ve düşündüklerini sanki avazı çıkana kadar bağırdığını sanar, ardından kendini hissedebileceği kötü duygulardan birine yerleştirir ama aslında hiçbir şey de dememiş olduğunu anlardı. Nereye gitmişti peki kelimeler? İnsanın içinde evrene malolmuş koca bir kara delik yok muydu? Kaldı ki az önce durmak bilmeden konuştuğunu sanarak yüzü buruşmamış mıydı? Olmayan utançlar, olmayan diğer şeyler kadar vardı aslında. Hiç hesapta yokken, her şey gecenin sessizliğinde eriyorken bir öksürüğe sinirlenişi gibi. Ya da yarın ve sonraki günlerde daha ne kadar yabancılaşacağını kestiremeyişi..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder