19 Ağustos 2013 Pazartesi

Uyuyorum, uyanıyorum.

Uyuyorum. Sanki tüm hayatım gözlerimi kapatınca belirmesi istenen düşlere adanmış. Bir kapı tıklatması, şarkının keskin yeri, bir sızı.

Uyanıyorum. Her defasında yeni bir şey olacakmış gibi bir istekle. Sanki içeride herkes gülüşüyor da bir ben eksikmişim gibi hızlı adımlarımı takınıyorum. Oysa ben kalabalık ortamları sevmem ki. Peki nedir beni hiç de benden olmayanlara böylesine iten? Yine sabah, yine akşam. Yinelenen ama hiç yenilenmeyen. "Ertesi sabah başına gelecekleri önceden bilsen, yataktan çıkmak istemezsin" diyordu ya filmde. Gülümsüyorum. Çünkü ne yaşayacağımı tatlı atıştırmalıklar dışında öylesine yakından kestirebiliyorum ki. Ona rağmen her sabah usanmadan kahvaltı sofrası hazırlamam, sabit fikirlere nasıl da yaşam sevincine sahip olduğumu hissettiriyor. Dikkati öğle saatlerine atıp sabahın açık ve gecenin karanlık kısmında elime gelen her şeyi fırlatıyorum.

Ev çok sessiz.

Ve..

Şu sıcak yaz günleri yaşadığımı diğer günlerden daha da fazla hissetmiyorum!

Uyuyayım ve yine hiçbir şey görmeden, daha fazla yazamadan, daha çok düşünerek, içimde daha fazla sancı biriktirerek, tek isteğime doğru kendimi doldurarak, iğrençlikleri görüp midemi ayağa kaldırarak, yaşamımda canı yansa üzüleceğim birkaç insan için endişelenerek hala daha varolduğumu hissedeyim. Ve bunları söylerken ne kadar düz bir insan olduğumu ortaya koyayım da biraz olsun anlaşılabileyim..

13 Ağustos 2013 Salı

Son uçuş..

Günlerden sonra ilk kez vücudumun orta yerinde bir oyuk açıldığını hissediyorum. Vidası gevşemiş, gıcır gucur bir sürü işlevsiz makine benim bile hatırlamaktan çekindiğim kısımlarıma saldırıyor.

Işığı kim kapatacak şimdi? Yine hangi dalgaları geçireceğim iç içe düşümde?!
Yarın nasıl bir sabahı devireceğim de akşama bugünün sözlerini sırf söz oldukları için yorgunlukla maskeleyeceğim.
Yapmak istemediklerimi bana yaptıran ve sonrasında beni içinden çıkılmaz bir tutsaklığa sürükleyen bu sıkıntı. Ah bu sıkıntı!

Günlerden sonra ilk kez vücudumun orta yerinde çok şiddetli bir gürültü kopuyor. Öyle bir gürültü ki yağmaya cesaret edemiyor. Sızdırıyor sadece.

Yine aynı soru. Yine..  Niye?!

11 Ağustos 2013 Pazar

20:35

Ben yorgun argın. Kafam ellerimin arasında. Bir deniz kenarında beliriyorum. Ortada üzerine kafa yorulacak hiçbir şeyle. Beni taze tutacak en ufak bir anıyla. Anı yok, anı istemiyorum, an istemiyorum.

Ben bezmiş, yılmış. İlk günkü gibi heyecanlarını şimdiye taşıyanlara imrenen. Henüz birkaç ayı devirmeden sözlerini unutup, başka elleri avuçlarına alanlara. Ama umurumda mı? Özlüyor muyum? Tek bir şeyi ciğerlerime doldururken sancılanayım. Tek bir şeyi! Eskiden bir şeylerden ayrılırken bütün vücudumda bir kamaşma hissederdim. Bu his bana geriye dönmek için güç verirdi. Şimdi ben bıkmış, usanmış. Bir yerden ayrılırken tek bir his dahi hissetmiyorum. Tek bir kişiyi arkamda bıraktığımda zihnimde ayak izleri kalmıyor. Denize bakıyorum. Bu küçüçük ama benim yıllarımı peşine takmış yer. Ne kadar değiştin kimbilir? Ya da kimleri silkeledin eteğinden? Bir beni mi atamıyorsun zihninden? Ben bitmeye yakın.. Ne bir görüntü, ne bir his ne bir yer kucaklayabiliyor beni. Bilekliğindeki beyaz deniz kabuğunu bir daha göremeyeceği kişiye verirken beynine saldıranlar hep birlikte denizin dibini boylamışlar.

Ben çaresiz, halsiz. Son günlerde sıklıkla şu tekrarlanıyor kulaklarımda: "Nasıl yaşayacağım?" Uzun yıllar önümde içinden çıkılmaz labirentler gibi gelmeye başladı. Ya da koca, açılmaz düğümler. Tıkanmışlık hissi bir anda nasıl varoldu da tırnak diplerinde yeni bir kusuru bile meydana getirmekten mahrum bıraktı beni. Ölmeye karşı yorgun olmak, yaşam için kayıtsızlık sahnesini hazırlıyor.

Kızıyorum. Beni meydana getirenlere, hayatıma girmiş a'dan z'ye herkese. Kızıyor ama aynı zamanda hiçbir şey hissedemiyorum. Para kazanmak umrumda değil. Tatile çıkmak.. Dört gün önce yediğim serumun bileğimdeki morlukları bile umrumda değil artık! Hiçbir şey hissedemiyorum, korkuyorum. Uzun süre bir şeye elimi uzatacak kadar kendimde güç biriktirmem gerekiyor. İleri atıldığımda bir gölge bile karşılamıyor hüznümü.

Bir gecede çocukluktan gençliğe terfi edenler gibi tek bir anda bütün isteklerim tarafından terkedildim. Kafamı çeviriyorum bir anda aynı konumda olduklarım hala aynı yerlerindeyken ben neden bu kadar ayrıksıyım.

Ben UZAK, ben UZAK.

Sadece bakıyorum. İzlemiyorum. Sadece bakıyorum artık herkese. Kendime yakın ama insanlara, çevreye, yaşadığım koca boşluğa uzağım.


4 Ağustos 2013 Pazar

Herkes uçlara!

Baştaki merakın yerini kayıtsızlık aldı..

Yorgunluk, iyi uyku sağlıyordu. Aynı yorgunluk düşünceleri moleküller gibi de parçalıyordu. Geçmişin huzursuz yüzü sanki yeni kılıfını geçirmişti üstüne. Altta kalan onca koku, duygu, kir yeni kılıfı sayesinde nasıl da parlıyordu. Göz alıcı bir sis bombası! Bir tarafta yatağın en serin kısmına akmak istiyor ama diğer yandan "bugünü de katletme!" diye bağırıyordu. İki sonuçsuzluktan hangisine sığınacağını bilmeden zamanı yiyordu. Zaman var mıydı? Varsa neydi? Bacakları sızlayana kadar ayakta kalmak mıydı? Ya da öğlen kaşıklara dolan atıştırmalıklar mı? Bunu nasıl kabul edebilirdi ki?! Zaman geçiyordu. Şarkı dibine kadar sömürülmüştü. Biteli ne kadar olmuştu da tekrar açmak için azıcık güç topladığında bunun farkına varmıştı? Güneşe çıktığında buz gibi elleriyle mini bir buzdağını andırıyordu. Çoğu zaman etrafına bakıp anlamlandıramıyor ve eski hislerini -pek de hoşnut olmayan hisler- yeniden barındırdığını farkediyordu. Olduğu yerde olmama! Böyle anlarda hep bir aksilik çıkagelirdi. Ne zaman uzaklaşsa ve o anda orada olmadığını, yaşamın koca bir görüngü olduğunu hissetse araba ani fren yapar ve o herkese saniyeler önceki durumundan on kat daha uzak bakışlar atardı. Düşünür, düşünür ve düşündüklerini sanki avazı çıkana kadar bağırdığını sanar, ardından kendini hissedebileceği kötü duygulardan birine yerleştirir ama aslında hiçbir şey de dememiş olduğunu anlardı. Nereye gitmişti peki kelimeler? İnsanın içinde evrene malolmuş koca bir kara delik yok muydu? Kaldı ki az önce durmak bilmeden konuştuğunu sanarak yüzü buruşmamış mıydı? Olmayan utançlar, olmayan diğer şeyler kadar vardı aslında. Hiç hesapta yokken, her şey gecenin sessizliğinde eriyorken bir öksürüğe sinirlenişi gibi. Ya da yarın ve sonraki günlerde daha ne kadar yabancılaşacağını kestiremeyişi..