3 Aralık 2018 Pazartesi

Acıdan alınan hazzın da bir sınırı var! (27 Kasım)

Yanlışlar bütünü besbelli. Ne yapsa kör bir bıçak gibi kalakalıyor, işlevsiz. Diğerleri gibi olamaz mıydı? Neden olmuyordu? Fiziksel tatminin genetik başarısızlığından başka neydi?

Olmak istediği ve olduğu yer arasındaki keskin geçişler beynini döndürmüştü artık. Saglıgıyla kavrayacagı pek az şey kalmıştı. Çünkü hep bir yerleri uyuşuyordu, sıklıkla beyni.

Bu işin içinden bir çıkış yolu var mıydı? Yoksa hepsi mi kapalıydı? Kendisine böyle geliyor olabilir miydi? Biri karşısında ağlasa sinirlenirdi. Şimdi kendisi utanarak tutamıyor kendisini. Kaçıyor ve durmuyor. Elleri yüzünden gitmiyor.

Başarının ne oldugu konusunda pek emin degildi. Çünkü ona göre herkes bir şeyler yapıyordu. Bir şeyler yapmak başarı kapısının kulpu gibiydi. Gerekli enerji de bir şekilde diger kulplardan saglanıyordu. Bir tanesi kapandıgında başka kapılar ve beraberinde kulpları aralanıyordu. Bu hep böyleydi, acımasız, yorucu, kırıcı. 

Yalnızlık.

En az ifade edebildigi, en çok hissettigi, en fazla istedigi, bazen nefret ettigi ama en sık düşündügü şeydi. Anlamalıydı aslında yol şeritlerinden bunu. Geçip giden arabaların, kalınan hoşgörüsüz evlerin belki kurumuş dalında sallanan yaprağın sağladığı şeydi buydu. Fakat nereden bilsindi. Nereden bilebilsindi?!