24 Eylül 2013 Salı

Amnesia

Düşünce yitimi. Ayaklar zemine paralel, saatler geçer. Her zaman yan durur, düz bakar, kafası öne eğik.

Nasıl başarılır üçüncü defada sesini duyurabilmek? İçinde kaynayan kazan. Bazen küçülmek. Hatta çoğu zaman. Bazen ayaklarım yatağın dışına çıkıp üşür. Bazense yatakta bir nokta olurum. Bazen masaya geçiririm kemiklerimden birini. Çoğu zaman masanın altından geçerim.

Dalgınlık bir hastalık. Durgunluk rahatsızlık. Çevrelerindeki ayağa kaldıran isyan başlangıcı. Çok konuşursan herkes kaçar, çok susarsan kaçacak kimse olmaz. Telefon çalar cevap vermez. Bantlar duvarlardan sökülür. Fikirlerin hiç senin değillermiş gibi yadsır seni. Nerede eski topraklar? Parası cebinden taşan bir kafa düşmanının ekinleriyle dolup taşar. Günahı günah sayan günahlar. Bu suları kim kirletti böyle? Nefes alamıyor milyonluk canlılar.

Soğuk hava. Ayılma saatleri. Fazla çalışan makinalar. Beyni buharlaştıran gürültülü bir ses alemi.

Hala kendi kendine kendinle kendini konuşabilir misin?

13 Eylül 2013 Cuma

.

Arka koltukta gözlerim kapalı, viraja uygun dalgalanıyorum. Hiçbir yere tutunmadan, sadece bir yerin tepkisini görene kadar..

Dünya ciğerlere dolan havanın genişlettiği alan gibi. Ben ise kuşbakışı uzaklıkta, gittikçe küçülüyorum. Omuzlarımı dikleştirmeye çalıştığımda sanki benden olmayan bir şey yapıyormuşçasına uzaklaşıyorum. Sonra ne kadar kendim olduğumu sorgulayarak bu düşünceden vazgeçiyorum. Yapaylığı yerle bir ederek, yine omuzlar düşük.

Bu nasıl bir sona hazırlanmak böyle?! Yaşamdan kopmanın farklı bir modelini uyguluyor ve bununla aklımı yitiriyor, dahası kaçırıyorum. Zihnim kilitli ama bedenim katlar arasında yolculuğa çıkmış gibi. Her gün selam verir, tebessüm eder. Bunu yapmaması gerektiğini, dahası içinden gelmediğini bildiği halde sanki bir şey onu o tarafa itiyormuşçasına, savunmasız kalır. Herkes her gün poğaça yer ve kantinin fiyatına asla değmeyecek çayını içer. Ben her sabah tek kelime etmeden onlara bakar ve kendi aralarında anlaştıkları ama benim anlamadığım dilini kullanmalarını boş bakışlarla izlerim, düşünerek. Gün sonuna doğru biraz olsun yorulur ve düşünecek hal bulamam. Kendimi bir an önce kurtarma derdine girişmem de genelde bu son saatlere kalır. Peki ya sonrası? Tarifi imkansız bir boşluk. Rezil resimli sayfalar, iğrenç yavşak ağızlar, gözümü tırmalayan hatalar, varlığımın sadece etrafımdakilerin merakı ile gündeme geldiği telefonlar, ortamlar..

Ben kimim sorusunu birkaç defa daha kurduktan sonra artık uzaklaşacağımı ümit ediyorum. Beni artık ne cümle kurmaya iten bir istek, ne başımı ağrılarla dolduracak acı, ne de nefes alıp verirken hala var diyebileceğim bir sevinç kaldı..