3 Aralık 2018 Pazartesi

Acıdan alınan hazzın da bir sınırı var! (27 Kasım)

Yanlışlar bütünü besbelli. Ne yapsa kör bir bıçak gibi kalakalıyor, işlevsiz. Diğerleri gibi olamaz mıydı? Neden olmuyordu? Fiziksel tatminin genetik başarısızlığından başka neydi?

Olmak istediği ve olduğu yer arasındaki keskin geçişler beynini döndürmüştü artık. Saglıgıyla kavrayacagı pek az şey kalmıştı. Çünkü hep bir yerleri uyuşuyordu, sıklıkla beyni.

Bu işin içinden bir çıkış yolu var mıydı? Yoksa hepsi mi kapalıydı? Kendisine böyle geliyor olabilir miydi? Biri karşısında ağlasa sinirlenirdi. Şimdi kendisi utanarak tutamıyor kendisini. Kaçıyor ve durmuyor. Elleri yüzünden gitmiyor.

Başarının ne oldugu konusunda pek emin degildi. Çünkü ona göre herkes bir şeyler yapıyordu. Bir şeyler yapmak başarı kapısının kulpu gibiydi. Gerekli enerji de bir şekilde diger kulplardan saglanıyordu. Bir tanesi kapandıgında başka kapılar ve beraberinde kulpları aralanıyordu. Bu hep böyleydi, acımasız, yorucu, kırıcı. 

Yalnızlık.

En az ifade edebildigi, en çok hissettigi, en fazla istedigi, bazen nefret ettigi ama en sık düşündügü şeydi. Anlamalıydı aslında yol şeritlerinden bunu. Geçip giden arabaların, kalınan hoşgörüsüz evlerin belki kurumuş dalında sallanan yaprağın sağladığı şeydi buydu. Fakat nereden bilsindi. Nereden bilebilsindi?!

30 Kasım 2018 Cuma

Başka bir aşk hikayesi..

Kuzeylilerin soğuk insanlar olduğunu söylerler. Mimiklerinde gediz deltası oluşturmadıklarından olsa gerek ki böyle bir kalıp içine girmişler. Gel  gelelim bu suratsızlıklarının ardında oldukça içten, yeşilin mükemmel bir tonu saklı kalmakta.. Daha önce Farvel Falkenberg ve Englar Alheimsins'de de yaşamıştım benzeri hisleri.. Her neyse..

Konu yine oldukça sıradan (bana göre). Bir gün ailesiyle yolculuk yaparken yaralanmasına sebep olduğu kadının yanına hastaneye gitmesi ve sevgilisi rolünü üstlenmesiyle başlıyor film. Akabinde olaylar gelişiyor. Devamında ise aldatmak, aldatılmak, sevgi, obsesyon gibi kavramların da temellerini sorgularken buluyor insan kendisini. Eh zaten tüm olaylar da bir tür sıradanlık içinde gizli değil midir?

"Yapamam. Birlikte her açıdan mutluyuz ama bu yeterli değil. Her şey çok sıradan. Hayat bir cumartesi alışverişinden daha fazlası. Ben bundan fazlasını istiyorum." derken aslında hepimizin içindeki dönemsel açlığa da perde aralıyor sanki. Evet kabul aldatmanın aklanabilir tarafı yok ama hangimiz düşündüğümüz  sıradanlığın peşinde teneke kutu gibi sallanmak istiyoruz ki? Eylemlerimiz değişim için ve bu esnada bir şeyler kırılıyor.

Sonra filmin açılışı ile bitişinin aynılığı fakat aslında ikisinin de insan zihninin farklı köşelerini hedef alıyor oluşu. 1. aşk sahnesinde kahramanımız yerde yatarken şunlar dilinden dökülüyor:

"İşte burada yatıyorum. Yağmur yüzüme yağıyor. Ama hiçbir şey hissetmiyorum. Bir dakika içinde ölüm şeklimi belirlemek için beyaz bantı getirecekler. Güzel bir sahne: Yağmur altındaki kurban. Parlak bir ışık, jilet kadar keskin. Bir kadın. Her zaman bir kadın olmalıdır. İşte burada. Sevgili Mette. Nereye gittiğimi bilmiyorum. Sadece dünyaya arkamı dönmüş uzaklaşıyorum."


Genellikle korku, gerilim bazlı film çeken yönetmen Ole Bornedal'ın elinde aşk filmiyle başlayan "Kærlighed på film" yine aşk filmi şekilde bitiyor belki ama karakterlerin, kurgunun ve elbetteki Danimarka'nın mükemmel doğası bir çok şeyi değiştiriyor.

https://www.imdb.com/title/tt1024942/?ref_=wl_li_tt

Benim puanım: 8/10

15 Kasım 2018 Perşembe

Hep.

Eğlence.
Fakat ne eğlence!
Odada elime geçen her nesneyle
Dolup taşarak
Beynimin içinde hepsini dağıtarak
Umrumda değil!
Biri yerde kablonun üstünde
Fakat şenlik var etrafta
Beynimde
Dört duvar neşeyle birbirini kucaklıyor
Tek bir koku
Odada
Yayılmakta
Suçluyuz;
Bu dünyanın kahrını çektiğimiz için
Üzgünüm;
Daha başka bir yaşam hayalimdi..


13 Haziran 2018 Çarşamba

Ordinary Corrupt Human Love..

İnsan beyni uğraşla sakinleşemeyecek kadar hızlı..

Sabahtan akşama yoruldum. Bedenimin bütün bölümleri sırasıyla ayrıldı ortamdan. Yavaş yavaş terkedilen masalar gibi. İsteksizce gittiğimiz ortamdan kaçma planları gibi ya da.. Çünkü yapacak çok şey hem var hem yok. Kendimden fedakarlıkla kendim olmayanları mutlu kılma fikri de denebilir. Masa hala ortada ve ben baş köşede hep. İnsanlardan böylesine haz etmezken yine de onları beklemek. İşte bu benlik. Gerçi bu aralar karmaşayla aram yok. Zaten hiç yoktu sadece karmaşa vardı ve ben hayır demiyordum. Bunca zaman sonra öğrendiğim şeyin beni bu denli dinginleştirmesine şaşakalıyorum.

Bekliyoruz, hep bekliyoruz. Umut ediyoruz..
Sıradan ve bıkkın yaşantımızın içerisindeki renkler onlar. Geldiklerinde hayır demiyor gittiklerinde bakakalıyoruz. Belki de bana özgüdür bu durum. Kimsenin benim onlara sarıldığım gibi bana sarıldığını görmedim. Ve bu yüzden artık geri çekiliyorum, insandan, insana ait olandan. Tek başına mutlu türe dokunmamak gerek..

Miktarı boyumu geçen ama çokta büyük olmayan su biriktisi içinde tek başıma  yüzüyorum bu sıralar. İnanışların hepsine yollar var ama ben ortada cehennemin üçüncü kapısını aralıyorum sanki..


26 Mayıs 2018 Cumartesi

Agalloch - Ulver

Cümlelere ben ile başlamayı severiz. Çünkü ön planda olma arzumuz her yerdedir. Herhangi bir endişeye mahal vermeden anlatmaya başlarız..

"En" kelimesi kulağa dolu dolu itici gelen yegane kelimelerden biri. Yine de bir şeye olan sevgimizi belli ettiğimiz yöntemlerin başını almakta. "En sevdiğim film" ya da "en çok sevdiğim kişi" gibi. En başlı başına bir şeylerin içini dolduramıyor yanına çoku da ekliyor. Birinci dereceden yandaş! Her neyse..

Müzik konusunda iyi olduğumu düşünüyorum. Üretici değilim evet ama zaten üretici kısmının da tüketmekle eşdeğer şekilde üretkenliğinin baltalandığını düşünenlerdenim. Yanılıyor olabilirim.. İyi müzik kulağım olduğunu düşünüyorum. Sanırım 2 ay da olsa aldığım gitar dersinde hocamın da bana söylediği buydu. Gençlik hevesi işte, yarım kaldı. Lafı fazla mı uzatıyorum?

Last fmin kabataslak hesaplarına göre 2685 farklı sanatçı ve grup dinlemişim. Liste başım ise beni halının altına süpürüp sonra yüzüme rüzgarlı havada yağmur damlaları çarparak sonra çimenlerin üzerine atıp yaralanmamı sağlamış olan Agalloch! Dağıldıklarında ben de burada dağılmıştım. Benim için hep çok özeller ve öyle kalmaya da devam edecekler. Çok sevdiğim şarkı, grup var. Yeri bende ayrı olandan, ağlatana, kahkaha attırana kadar fakat agalloch sanki benden. Hiçbir  nota hücrelerimden ayrı düşmüyor gibi.. Peki buradan nereye varacağım? Ulver'e!

Ulver! Ah Ulver! Kendisiyle tanışmamız dahası kaynaşmamız zaman aldı. Başta kendisini anlayamadım ama sonra alıştım ve sevdim..

İkisi arasındaki farklara gelelim. Agalloch 1995 yılında Amerika/Oregon'da kurulmuş Atmosferik Folk/Doom Metal grubu. Dönem dönem değişiklik gösterip karanlık tarafa geçmişlikleri sıkçadır. İlk albümleri 1999 yılında çıkarmış oldukları "Pale Folklore" albümüdür. Gelelim Ulver'e. Ulver 1993 yılında serin bir kış günüdeaklfdk ehe Norveç/Oslo'da kurulmuş eskinin Atmosferik Black Metal günümüzün ise elektronik tabanlı metal grubudur. İlk albümlerini 1995 yılında "Bergtatt" ile çıkarmışlardır. Yani Agalloch'un kurulduğu sene. Bu bilgilere her yerden ulaşılabilir elbette fakat farkettiğim bir şey var ki o da Agalloch'un "Pale Folklore" albümünde bariz şekilde hissedilen "Bergtatt" tınıları. Özellikle "As Embers Dress The Sky"'ın "I Troldskog Faren Vild"'e olan benzerliği aklımda direkt bunu uyandırdı. Ha bu albümleri kötü mü yapar? Hayır! Çalıntı mı yapar peki? O da hayır! Sadece güzel bir esinlenme olmuş. Nitekim ikisi de müzik hayatlarına farklı projelerle devam ettiler. Ama keşke birlikte bi split albüm çıkarsalardı. Çok memnun olurdum :)






10 Mayıs 2018 Perşembe

Kuş bakışı bakmak..

Kahve içindeki köpük gibi. Hangi yöne çevirsem kaçıyor.. Benden.

Bugün şehir.

-Önce biraz baktı.- Ne işi var burada acaba? Nereden geldi buraya?
Koca bir suyla yıkamalı, temizlemeli.
Her yer gibi kendimizden olmayanı kabul edemeyiz. Ardından gelen çaba ve zoraki kabulleniş ama hep hissettiriş. Bu kadar zor ve ardından gelen. Acının durağı gibi. Çok fazla aşama var bunun için.

Dış ağız.

-Köşe.- Çarpıp nasıl geri kaçayım? Artık buradayım. Belki de değilim. Gideyim mi? Her şeyden kaçacak yol o kadar açık olsa da kendimden kaçış yolunu henüz bulamadım..

"If i can’t be my own. I’d feel better dead.." 



22 Mart 2018 Perşembe

Kederi boğamamak..

Kendime sığamayışım yetmezmiş gibi dünya tarafından kusulmuşum sanki. Boşluktayım.. Tüm evren üzerime yığılmış. Tek bir noktayı dahi kaplayamazken, bütün boşluklar benim..