Paslı yosunlarıyla kaplanmış bir yeryüzü. Eller, ceplerden avuç dolusu kir çıkarıyor. Balçık yapıp duvara fırlatılıyor. Biz kaçıyoruz. Kaçıyorum. Aramızda çok az mesafe var artık. Bir uçurumun dibindeyim ve arkama bakmıyorum. Yine de ona daha fazla güveniyorum. İnsanın kendini öldürmesi, kendine olan inancının en üst noktası. Bir kaçış. Kendini kurtarış. Fazla yön yok. Yine de her yerden tehlike sinyalleri duyuluyor. Kafatası samanla doldurulup, duvara asılmayı bekleyen hayvanlar gibi olmamıza karşı bir tepki. Boşluk, çözülmesi gereken sorunlarımız, sorularımız, acılarımızla dolu. Sık sık bakıyoruz. Duvara dönük rahat sırtlar. Ellerimizle itebileceğimizi, kendimizi koruyabileceğimizi sandığımız görünür görünmez sanrılarımızdan bir adım daha yakınız zemine.
Tek başarabildiğim şey; ciğerlerimi hastalıklı hale getiren nefeslere karşı iştahlandırmak oldu. Bir gün daha yaşamak ve tüm o iğrençlikleri doldurmak. Konuşamamak ve belki de artık dışavurumun gereksizliğini kendime yinelemek.
Öksürük.
Çoğunluğun masumane tarafını ortaya çıkarış biçimini görmemek için günahlara yönelmek ve sonrasında bunun da işe yaramadığını görmek. Bazen balinaların dışarı püskürttüğü sıcak hava gibi hissediyorum kendimi. Ait olamamak. Aklımın girdapları beni eşitsizce dağıtılan yaşam tohumlarından mahrum bırakıyor.
Çöplük.
Onursuzluğun onurlandırıldığı, insanın kendi içindeki ortama ayak uydurmayı başarabilmiş çözümsüzlüğü, düşüncenin en ufak hayvanın sırtında taşındığı yer.
Bir doz daha. Bir doz. Koca bir doz.
Ayaklarım geriye gidiyor ve ben buna bir dur demiyorum. Arkası güvenli duvar.
Önüm arkam.
Ters düz.
Ters yüz.
Hiçbir şey gerçek değil.