Aklımı daha fazla dolduruyor ve zihnimi daha çok meşgul ediyor. Ne yaptığımı bilmeden ama ne düşündüğümü bilerek geçiriyorum zamanı. Yoruluyorum. Fakat dinlenemiyorum. Dinlemiyorum da. Çünkü dinleyecek güç dinginliğin bir koldan akıp, kucakladığı sularda olabilir ancak.
Tahammülsüzlük.
Durmayı çok iyi öğrendiğimi sandığım noktada bayağılık epey bunaltmış olacak ki beni kendimi yeniden faaliyete geçmiş yanardağ lavlarına bırakma gereği duydum. Bir çığlığın yankısı peşine takıp sürükledi beni. Tırnaklarımın arası minik çakıllarla dolarken ben şöyle bir baktım olan biten her şeye. İki mumun ortasındaymışçasına aydınlık hissederken bir rüzgarın esip karanlığa ve kabuslara mıhladığını gördüm. Her bir yüz, gözyaşı, bakış, sarılış. Otobüs plakaları, tren koltuklarının altı. Geçmişle aramdaki en kuvvetli bağ ise gece dışarının gündüzden kalmış isli kokusunu almaktı. Ya da sürekli dönüp duran makinenin gevşemiş vida kokusunu.
Sönmüş mum kokusu da olabilir. Her biri birbiriyle çarpışsa ilk kez karşılaşma heyecanından kafaları döner ve başka bir şey çıkar ortaya. Değişmeyen şeyin ilk yakılan mumla bir dileğin kurban edilmesi gerçeğiyle. Bir kere bile gerçekleştiğini görmedim. Benden çok herkese yarayan iyi isteklerim varken kötülerinin tur atıp beni bulması da sanırım sevgisizliğimden. Bilmiyorum.
Uykuya dalmaya çalıştığım sırada düşlerime sızmaya çalışan ve kontrolünü yitirdiğim, sürekli dönen ve durduramadığım döngü. Veya kafamın patlayacakmış gibi büyüdüğü ve etraftaki her şeyin küçüldüğü andakine benzer.. Birazdan kendimi yine dışarının ateşte dalgalanışına teslim ettiği gibi bırakacağım yapaylığın üzerine. Yatay biçimde..