19 Temmuz 2016 Salı

The Shapes of Things to Come

Biliyorum yine aynı cevapları vereceğime. Aynı ifadenin yüzümde yer edineceğine. İnsanın kendine böylesine yakın hissetmesi yeryüzüne yumuşak bir iniş yapmışçasına bir tat bırakıyor. Pas kokan, kan tadında yeryüzü.. Övülecek, övünülecek ne vardı bunda? Yaşamının farkına varıp da mutlu olmak nasıl bir mümkünsüzlüktür? Saniyeler için yılları geçirmek. Gecenin en çıplak ve korumasız halinde iki damla çiğ için tüm gün yaşamak. Yılların uykusuzluğuma bitmek bilmez ısrarla saatler eklemesine ve benim daha fazla debelenmemi sağlamasına yaşamak mı deniyor? Dahası bir sağlaması var mı bu işin?

Aklımı daha fazla dolduruyor ve zihnimi daha çok meşgul ediyor. Ne yaptığımı bilmeden ama ne düşündüğümü bilerek geçiriyorum zamanı. Yoruluyorum. Fakat dinlenemiyorum. Dinlemiyorum da. Çünkü dinleyecek güç dinginliğin bir koldan akıp, kucakladığı sularda olabilir ancak.

Tahammülsüzlük.

Durmayı çok iyi öğrendiğimi sandığım noktada bayağılık epey bunaltmış olacak ki beni kendimi yeniden faaliyete geçmiş yanardağ lavlarına bırakma gereği duydum. Bir çığlığın yankısı peşine takıp sürükledi beni. Tırnaklarımın arası minik çakıllarla dolarken ben şöyle bir baktım olan biten her şeye. İki mumun ortasındaymışçasına aydınlık hissederken bir rüzgarın esip karanlığa ve kabuslara mıhladığını gördüm. Her bir yüz, gözyaşı, bakış, sarılış. Otobüs plakaları, tren koltuklarının altı. Geçmişle aramdaki en kuvvetli bağ ise gece dışarının gündüzden kalmış isli kokusunu almaktı. Ya da sürekli dönüp duran makinenin gevşemiş vida kokusunu.

Sönmüş mum kokusu da olabilir. Her biri birbiriyle çarpışsa ilk kez karşılaşma heyecanından kafaları döner ve başka bir şey çıkar ortaya. Değişmeyen şeyin ilk yakılan mumla bir dileğin kurban edilmesi gerçeğiyle. Bir kere bile gerçekleştiğini görmedim. Benden çok herkese yarayan iyi isteklerim varken kötülerinin tur atıp beni bulması da sanırım sevgisizliğimden. Bilmiyorum.

Uykuya dalmaya çalıştığım sırada düşlerime sızmaya çalışan ve kontrolünü yitirdiğim, sürekli dönen ve durduramadığım döngü. Veya kafamın patlayacakmış gibi büyüdüğü ve etraftaki her şeyin küçüldüğü andakine benzer.. Birazdan kendimi yine dışarının ateşte dalgalanışına teslim ettiği gibi bırakacağım yapaylığın üzerine. Yatay biçimde.. 


 

2 yorum:

  1. Cevapları bulmak konusunda aklıma ve tecrübelerime güvenirdim, içinde yaşadığımız toplumun gitmekte olduğu yön beni gittikçe "Hiçbir cevap yok" noktasına yaklaştırmaya başladı..Bu "Aslında çok daha iyi amaçlara hizmet edebilecek" yeryüzünde attığın her adımında sadece kanın değil, pisliğin, cahilliğin ve hayal kırıklığının da kokusunu alıyorsun..O hep beklenen birkaç saniye asla birkaç dakika, birkaç gün birkaç hafta haline gelemiyor..En sonunda bolca yıpranarak elde ettiğin küçük zaferleri korumak konusunda endişe hissediyorsun, hayatın aslında o kadar uzun olmadığını düşünüp hiçbirşeyi değiştiremediğin için kendini suçluyorsun..En çok neye üzüldüğüm şeylerden biri de: Bilgi sahibi oldukça mutlu olman daha zorlaşıyor gittikçe..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kendimde kabul ettiğim, kimseye zararı olmayan düşüncelerimi; başkalarında olmayan ama herkese zararlı bir duyarsızlık altında görünce tahammülsüzlüğüm artıyor. Deli olmak veya deli rolü oynamak. Ama bu toplumda mutlu olmanın da, mutlu rolü oynamanın da pek ihtimali yok. Toplum bunu ne kadar destekliyor? Mutsuzlukluktan daha çok öfkemi katlaması daha gerçek. Ne farkeder? Hepsi birbirinin arkasını sıvazlamıyor mu zaten. Hep bir gayret geliyor ama işte o saniyelik tatlar için vazgeçiyorum tüm gücümden. Elin ayağın tutmaması gibi. Artık cevaplar değil yaşamak için bile güvenemiyorum aklıma. Bunların üstüne yaşarsam da yıkarak yaşarım düşüncesi de hep bir köşede. Çünkü aralar iyi gelmiyor. Ve netlik gerek.

      Yeryüzü vahşetini görmek istemiyorum artık. Midem bulanıyor..

      Sil