7 Ocak 2012 Cumartesi

A Torinói ló..




İnsan uzandığı yerde rüzgarın sesiyle üşüyebilir mi? Ya da görerek patatesin sıcaklığıyla elini yakabilir mi? Duyular onlara yeterli malzeme verildiğinde harekete geçen yanımızdan fazlası aslında. Görerek de pek'ala eli yanabilir birinin.. Duyarak üşüyebildiği gibi.

Bela Tarr yine bir şeylerin karanlık tarafına sürüklüyor insanı. Belki de en keskinine. Kutuda kalan son kötülük yerini bulmuş gibi filmde.. Umut nereye kadar sürebilir? Beden hakimiyetini yitirmeye başladığında ruhu etkisiz kılar mı? Torino atı denmesinin sebebi de bu aslında. At bir imge. Tüm yaşamı omuzlarında sırtlayacak bir güç, ruh. Baba ile kızının 6 günlük yaşantısı anlatılıyor filmde. Her gün giderek katlanan kasvet. Her hareket başka bir açının altında şüpheye sürüklüyor insanı. Çingeneler geliyorlar önce. Sonra su çekiliyor. At yemek yemiyor. İnsan bedenini beslemeden durabilir mi? Ruhunu. Varoluşun sırtında anlam bulmak için ya da daha da anlamsızlaşmak için buna ihtiyaç yok muydu?

Diyalogların en saldırgan olduğu yerde şöyle söylüyor içeri giren adam;

"+ Neden şehire gitmedin?
- Rüzgâr çok şiddetli esiyor.
+ Nasıl yani?
- Ortalığı mahvediyor.
+ Neden mahvetsin ki?
- Çünkü her şey mahvoluyor. Her şey değersizleşti. Fakat şunu söyleyebilirim ki, onlar mahvetti ve değersizleştirdi her şeyi. Çünkü sözde masumane insani yardımla gelen bir çeşit afet değil bu. Tam tersine insanın kendi kararlarıyla ilgili bu, kendi kararlarının kendisinin önüne geçmesiyle. Tabii ki bunda Tanrı'nın da eli var, hatta bana kalırsa, büyük bir payı var. Ve bu pay ne olursa olsun, hayal edebileceğin en korkunç yaratılışa sahip. Çünkü görüyorsun sen de, dünya bayağılaştı. Benim ne söylediğimin bir önemi de yok, çünkü her şey satın alınarak değersizleştirildi. Sinsi, alçakça bir savaşla ele geçirdiklerinden beri, her şeyi adileştirdiler. Her neye dokundularsa, ki her şeye dokundular, onu eğersizleştirdiler. İşte bu nihai zafere kadar giden yoldu. Muzaffer bir sona doğru giden. Ele geçir, değersizleştir. Değersizleştir, ele geçir. Ya da istersen farklı şekilde de ifade edeyim: Dokun, değersizleştir ve dolayısıyla ele geçir. Ya da; dokun, ele geçir ve dolayısıyla değersizleştir. Durum bu şekilde yüzyıllardır devam ediyor. Yüzyıldan yüzyıla, her çağda. Bazen sinsice, bazen kabaca, bazen kibarca, bazen acımasızca, ama durmaksızın devam ediyor. Değişmeyen tek şey ise şekli, pusudaki bir sıçan saldırısı gibi. Çünkü bu mükemmel zafer, diğer taraf için de aynı şekilde gerekliydi. Mükemmel, bir şekilde önemli ve asil olan her şey böylesi bir savaştan kaçınmalı. Herhangi bir mücadeleye girmemeli, bu sadece bir tarafın aniden mükemmelliğini, büyüklüğünü ve asilliğini kaybetmesi demek. Şimdi kurdukları pusudan yönettikleri dünyaya saldırıyor bu kazanan galipler ve birilerinin onlardan bir şey saklayabileceği küçük bir köşe dahi yok. Ellerini attıkları her şey zaten onların çünkü. Ulaşamayacaklarını düşündüğümüz şeyler bile, ki onlar her yere ulaşır, onların. Çünkü gökyüzü şimdiden onların, düşlerimizin olduğu gibi. Onların zaman, doğa ve sonsuz sessizlik. Hatta ahlaksızlık bile onların, anladın mı? Her şey ama her şey sonsuza dek kayboldu! Ve o asil, önemli ve mükemmel pek çok şey orada kaldı, bilmem izah edebildim mi? O noktada çark ettiler, durup anlamaya başladılar, ve kabul etmek zorunda kaldılar, ne tanrının ne de tanrıların olmadığını. Mükemmel, önemli ve asil olanın ise bu doğruyu en başından beri anlayıp kabul etmesi erekiyordu. Tabii onlar bunu anlamaktan oldukça yoksundu. İnanmış ve kabul etmişlerse de, bunu anlamamışlardı. Şaşkın ama boyun eğmemiş bir şekilde orada dururlarken bir şey oldu ve beyinlerinde çakan bir kıvılcım, sonunda onları aydınlattı. Ve birden ne tanrının ne de tanrıların olmadığını fark ettiler. Birden ne iyinin ne de kötünün olmadığını gördüler. Akabinde görüp anladılar ki, eğer öyleyse aslında kendileri de yoktular! Söndüler, yanıp kül oldular dediğimiz an bunlar olmuş olabilir sanıyorum. Çayırda cayır cayır yanmaya bırakılan bir ateş gibi söndü ve yanıp kül oldu. Biri daimi kaybedendi, diğeri doğuştan kazanan. Mağlubiyet, galibiyet. Mağlubiyet, galibiyet, ve bir gün, yine bu civarlarda, fark etmek zorunda kaldığım, ve sonunda fark ettiğim bir şey oldu, ben hatalıydım. Şu dünyada herhangi bir değişimin asla olmamış olduğunu, ve asla olamayacak oluşunu düşünürken, gerçekten de hatalıydım. Çünkü, inan bana artık biliyorum ki, bu değişim aslında gerçekleşti."





Sene 2012 bugün ve önümüzü çevrelemiş diğer günler. Bundan daha iyi özetlenemezdi.. Belki de her sabah bir ata sesleniyoruz içimizde: "yemelisin!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder